Bir TamSaha klasiği olarak aile yapınızdan, çocukluğunuzdan, futbola adım atışınızdan başlayalım…
Mart 1955’te Kasımpaşa’nın Hacıahmet Mahallesi’nde doğdum. Annem ev hanımı, babam da kaportacıydı. Klasik bir Türk ailesiydik yani. O dönemin şartlarına göre yaşayan bir aileydik. Evin tek çocuğuydum. O nedenle kardeş sevgisi yaşayamadım.
Futbola ilginiz nasıl başladı. Ailenizin etkisi oldu mu?
Ailemde futbolla derinden ilgilenen kimse yoktu. Ama ben daha okula gitmeden mahalle aralarında futbola başladım. Mahallemizde bizim ‘top sahası’ olarak kullandığımız boş bir arsa vardı. Sürekli orada top oynardık. O zamanlar büyük futbolcuların hepsi aynı yoldan geçiyordu. Bugünkü gibi futbol okulları yoktu. İlkokul ve ortaokul döneminde de ders dışında vaktimizin çoğunu futbol oynayarak geçirirdik. Beden eğitimi derslerinde de okulun bahçesinde futbol oynardık. Ortaokuldayken, aynı zamanda futbol hakemliği de yapan bir hocamız vardı; Yusuf Kukul. Hâlâ hayatta çok şükür. Bana sürekli iyi futbolcu olacağımı söyler, destek verirdi.
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi yani…
Bir anlamda öyle (tebessüm ediyor).
Futbol dışında ilgilendiğiniz şeyler var mıydı?
Müzikle aram çok iyiydi. Sinema ve tiyatroyu da severim. Müziğe ilgim hafta sonları aile buluşmalarında şarkılar söylenmesiyle başlamıştı. Henüz çocuktum ama o neşeli ortam hoşuma giderdi. Sadece kulaktan dolma söylenen bütün şarkıları ezberlemiştim. Türk sanat müziği ve türkülerimizi çok severim. Bu arada annemin sesi çok güzeldi. Herhalde bana müziği sevdiren de annemdi.
Dönelim futbola… İlk kulübünüz hangisiydi?
Kulüp olarak baktığımızda ilk olarak Feriköyspor’un genç takımına girdim. Çok geçmeden de kendimi A takımda buldum. 1975’te ise Orduspor’a transfer oldum. Futbolda profesyonel olarak ilerlememi sağlayan kulüp Orduspor’dur. İki sezon orada oynadıktan sonra Fenerbahçe serüvenim başladı.
Bu bölümü biraz açabilir miyiz? Fenerbahçe’ye transferinizin bir hikâyesi vardır elbette. Anlatır mısınız?
Ordu’da Fenerbahçe’yi konuk ettiğimiz bir maçta gerçekten iyi oynamıştım. Fenerbahçe’nin o dönemki teknik direktörü Tomislav Kaloperovic’in dikkatini çekmişim. Devre arasında şu an Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF) birlikte çalıştığımız Cem Pamiroğlu yanıma geldi. Fenerbahçe’nin beni transfer etmek istediğini söyleyip, bir telefon numarası verdi. Sezon bitince aramamı söyledi.
Ne hissettiniz o an?..
Elbette çok güzel şeyler hissettim, gurur duydum. Fenerbahçe gibi bir kulübün ilgisi her futbolcunun hoşuna gider.
Aradınız mı peki o numarayı?
Aramaz olur muyum? Fenerbahçe beni istemiş. İstanbul’a dönünce hemen aradım. Telefonun diğer ucundaki kişi rahmetli Yüksel Günay’dı. Kendisiyle görüştüm ve Fenerbahçeli oldum.
Ve bambaşka bir hayat başladı sizin için sanırım…
Aynen öyle. Fenerbahçe gibi bir takımın formasını giymek rüyanın gerçeğe dönüşmesidir bir oyuncu için. On binlerin önünde oynamak, coşturmak, coşmak… Tarifi zor duygular bunlar. Anlatılması zor, yaşanması gereken duygular, Şükrü Saracoğlu Stadı’nın ambiyansı tam olarak öyledir işte. Son nefese kadar unutulmayacak şeyler yaşadım orada. Tüylerim diken diken olurdu. Benim için futbol mabedidir Şükrü Saracoğlu Stadı.
İlişkiler nasıldı o zamanlar?
İnsanlar bugüne oranla çok daha sıcaktı. Kendi içimizde zaten kardeş gibiydik. İstanbul takımlarında oynayan arkadaşlarla da buraya misafir olarak gelen arkadaşlarımızla da iyi dostluklarımız vardı. İzin günlerimizde beraber yemeğe çıkardık. İstanbul’a gelen Anadolu takımlarındaki arkadaşlarımızla bolca vakit geçirirdik.
Taraftarla aranız nasıldı?
Taraftarla futbolcu arasındaki ilişki her zaman aynıdır. İyi oynarsanız tribünler sizi bağrına basar. Kötü gününüzde de kızar. Bu işin doğası böyle. Bunu kabul etmek gerek. Tribünlerin adınızı haykırmasını istiyorsanız canınızı dişinize takacaksınız. Başka yolu yok. Takım için ne kadar faydalıysanız taraftar için o kadar önemlisiniz… Ben her zaman elimden geleni yapan, takımı için her şeyini sahaya yansıtan bir oyuncuydum. O nedenle Fenerbahçe’de de Ordusporda da Sakaryaspor’da da taraftarların beni sevdiğini düşünüyorum.
Yöneticiler ve hocalarınızla ilişkileriniz iyi miydi?
Hem de çok iyiydi. Gerek yöneticilerle gerekse antrenörlerle abi-kardeş ya da baba-oğul gibiydik. Diyaloglar sıcak ve samimiydi. O zamanki başkanlarımız çok değerli insanlardı. Razi Trak, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan… Hepsi güzel insanlardı. Bizimle evlâtları gibi ilgilenir, içimizi Fenerbahçe sevgisiyle doldururlardı.
Sizin için yeri ayrı olan biri var mıydı?
Necdet Niş… En sevdiğim hoca oydu. Hepsi değerliydi ama Necdet Niş’in bendeki yeri ayrıdır. Kendisiyle hem Fenerbahçe’de hem de Sakaryaspor’da birlikte çalışmıştık. Futbolcu psikolojisini çok iyi bilen ve oyuncuya baba şefkatiyle yaklaşan bir insandı. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın…
Peki, medya ile ilişkiler… Her yaşanan sızar mıydı basına?
Fenerbahçe ile ilgili bilinmeyen pek fazla şey olmaz. Çünkü halkın takımıdır ve icraatlar ortadadır. Ama bizim dönemimizde içeride kalması gerekenler içeride kalır, medyaya yansıtılmazdı.
Tuna Güneysu kendini hangi takımla özdeşleştiriyor?
Orduspor’da ve Sakaryaspor’da inanılmaz güzel anılarım oldu. Formalarını gururla giydim. Ama kendimi her zaman ‘Fenerbahçeli Tuna’ olarak gördüm. Hâlâ öyle.
Neden ayrıldınız bu kadar sevdiğiniz Fenerbahçe’den?
Fenerbahçe’den ayrılışım tamamen bir gençlik hatasıydı. Antrenörümle tartışmıştım. O da beni kadro dışı bıraktı. Bunun üzerine söylememem gereken şeyler söyledim. Şimdi olsa kesinlikle aynı şekilde davranmam. O dönem bir hata yaptım ve çok sevdiğim Fenerbahçe ile yollarım ayrıldı. Pişman mıyım? Kesinlikle çok pişmanım…
Sonraki durağınızdan, Sakaryaspor’dan bahsedelim biraz da o zaman…
Sakaryaspor o dönem müthiş bir takımdı. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın karması gibiydi. Aramızda aynı zamanda daha sonra Türk futboluna büyük hizmetlerde bulunan Oğuz (Çetin), Aykut (Kocaman), Turhan (Sofuoğlu), Serdar (Şenkaya), Büyük Aykut (Yiğit) gibi genç arkadaşlar vardı. İsmini unuttuklarım da var tabiî ki. Kusura bakmasın onlar. Takım o dönem liglerde çok iyi işler yapmış, Türkiye Kupası’nı kazanmıştı.
Biraz da Millî Takım…
Millî Takım’a seçilmem Fenerbahçe’ye gelişimle oldu. Aslında Orduspor’da da performansım çok iyiydi ama kısmet olmadı. Her zaman çok saygı duyduğum rahmetli Coşkun Özarı döneminde adım attım Millî Takım’a. O forma her Türk futbolcunun hayalidir. Seçildiğimde uykularım kaçmıştı. Sahaya çıkıp İstiklal Marşı’nı okumak anlatılmaz bir onur. Şimdi bile tüylerim diken diken oluyor.
O dönemki Millî Takım ile bugünkünü kıyaslamanızı istesem…
Benim dönemimde çok yetenekli oyuncular vardı. Bugünkü şartlar olsa çok daha başarılı olunabilirdi. Yalnız şu an ileriye dönük olarak bize umut veren yetenekli bir jenerasyon olduğunu da söylemeliyim. Uzun yıllar millî formayı başarıyla terletecek kaliteli oyuncular geliyor. Önümüzün açık olduğunu söyleyebilirim.
Siz nasıl bir futbolcuydunuz?
Orta sahada oynadım çoğunlukla. Ama asıl mevkiim sağ kanattı. Süratli, fuleli, iyi çalım atan, iyi şutları olan bir oyuncu olduğum söyleniyordu. Teknik açıdan da fena sayılmazdım.
Bugün için beğendiğiniz orta saha oyuncuları kimler?
Galatasaraylı Taylan Antalyalı’yı beğeniyorum. Gününde olursa Fenerbahçeli Ozan Tufan da çok faydalı bir oyuncu. Futbol zekâsı oldukça yüksek. Pas kaliteleri yüksek, oyunu dikine oynayan, sonuca etki edebilecek yetenekteler.
Teknik direktörlük kariyeriniz…
Teknik direktörlüğe Karagümrük’te başladım. O dönem 3. Lig’deydi. Orada şampiyonluk da yaşadım. Çok şanslı başlamıştım aslında. Daha sonra birçok 2. ve 3. Lig takımı çalıştırdım. Geçmişte hocalığımı yapan insanların iyi yönlerini almaya çalıştım hep. Sonra da onları kendi öğrencilerime uyguladım. Mesela rahmetli Necdet Niş’in futbolcularla ilişki kurma biçimini örnek aldım. Bazı hocaların da antrenman metotlarını…
Geçmişle bugünü kıyaslar mısınız?
Geçmişteki saha, antrenman metotları ve teçhizat ile bugünü karşılaştırmak mümkün değil. O zamanlar bilgiye ulaşmak bile bugün olduğu kadar kolay değildi. Şimdiki ile kıyasladığınızda antrenman metotları bile çok yanlıştı. Sakatlıklar konusunda tıp bu kadar yardımcı olamıyordu. Çok şey değişti, gelişti. Sahalar çok kötü, tesisler yetersizdi. Ekonomik açıdan baktığınızda bile arada çok fark var.
Keyifli sohbetimize nokta koymadan önce son olarak gençlere ve ailelerine tavsiyelerinizi rica etsem…
Önce bu yönde eğitim alan her çocuğun profesyonel futbolcu olamayacağını anlamaları gerekiyor. Futbolculuktan önce iyi birey ve vatandaş olmaları sağlanmalı. Bugünkü imkânlara bakıldığında Türk futbolunun yeterince gelişmediği inancındayım. Gençler eğitim sürecinde maksimum verimi hedeflemeli. Kulüplerin, antrenörlerin ve oyuncuların devam eden sorunları var ama ümit veren gelişmeler de var. Her şeyin çok daha güzel olacağı inancındayım. Artık öze dönmek zorundayız. Çağın gereklerine uygun tesisleşme ve kaliteli eğitimciler ile altyapılarda kalite artırılabilir. Bunu sağlarsak yetiştirdiğimiz kaliteli oyuncu sayısını da yükseltiriz.
Röportaj: TamSaha / Derya Oruçoğlu
Sporx